Cuma, Mart 30, 2007

Tom McRae - End of the World News

unutmuşum bu güzel parçayı, paylaşmak istedim...


You wake up to the sound of alarms and your
Driving your fabulous car
Listening to the music that reminds you
You used to be young you used to be young

And now youre searching, for a sign with your name
To define you the king of the game
What will you do when theres nothing left
For you to earn and for you to learn

So dose me up once is not enough
I can still see the ground
And from this high rise view looking down on you
Im not the one wasting my time

And every culture has its own magazine
And information takes the place of your dreams
Finding ways to fill up the silence
But its all that you need turn on your tv

So dose me up once is not enough
I can still see the ground
And from this high rise view looking down on you
Im not the one wasting my time

This is the end of the world news
This is the end of the world news sponsored by god

So dose me up once is not enough
I can still see the ground
And from this high rise view looking down on you
Im not the one wasting my time

Çarşamba, Mart 28, 2007

eski nesil feci geliyor

78 yaşındaki dedem email adresi almış!!! hiçbir şeyden geri kalmıyor ve bunu çok beğeniyorum. babam anlatmıştı, en son ziyarete gittiklerinde 5 gün boyunca babamdan öğrenmeye çalışmış, tabi direkt soramıyor, babam ne zaman bilgisayarın başına otursa yanına gidiyormuş "şimdi bu ne, ne işe yarar? emailler ne?" sonunda "bana da bir email adresi alalım" demiş ve voala!! umarım ben de büyüyünce (çook büyüyünce) onun gibi olabilirim.


tabi ilk kez email almanın sonucu olarak önce güzide fotolar olsun, powerpointte hazırlanmış sevgi sözcükleri olsun, bu tür spamlar ile benim mailbox'ımı dolduruyor, ama hiç önemli değil, istediği kadar email atabilir, ona kotam sonsuz!!!

Salı, Mart 27, 2007

kiss kiss

aklımızı güzel şeylere çalıştıralım biraz veya aklımızı güzel şeylerle dolduralım biraz: Kiss Kiss


orkestra müziğini progressive yapmayı başarmış bu 5 kişi, NY'tan çıkıp kulaklarımızın içine vurmak suretiyle kendilerini dinletmeyi başarıyorlar. kısaca Indie / Experimental / Progressive yapmaya gayret ettiklerini öğrendim. "Machines" ve "Dress Up" süper iki parçaları... bi blogta şöyle bi giriş yapılmış: "Remember how boring those orchestra concerts in elementary school were?" walla ben bilmiyorum, buralarda ilkokulda orkestrayı hecelemeyi bile hocaların çoğu bilmiyordu, hiç böyle bir deneyim yaşamadım, ama Kiss Kiss yaşanılması gereken bir deneyim...
ps: her iki post'ta toplam 3 kere "suretiyle" kelimesini kullanmış bulunmaktayım, hayırlısı...

yeni olan ne?

evet geçen hafta ortaya çıkan ve benim hafiften baş dönmesine uğramama sebebiyet veren hadise: yeni bir iş teklifi alacak olmam

yanlız ortadaki küçük sorun: daha teklifi almamış olmam... bu yüzden biraz tırsmak suretiyle, biraz da nazar değmesin suretiyle burada açıklamak istemedim ilk başta ve esasında hala biri çıkıp "şaka lan, bak kamera" diyecek diye düşünüyorum...

haftaya ararız demişlerdi, hala aramadılar, bu da üstüne tuz biber ekiyor olayın...

neyse alıyım teklifi, kabul ediyim, şu andaki şirketime nasıl açıklayacağımı düşiniyim ve gidip istifayı bi veriyim, çok rahatlıcam... (bknz: önce nikah, sonra gerdek)

bu arada eğer bazı noktalarda anlaşamazsak işi kabul etmeme gibi bi durum var, bana başka şehir önerebileceklerini söylediler, lakin ben istanbul'dan başka şehirde başarılı bir hayat sürdüreceğime inanmıyorum, zaten sevenlerim benim gitmemi istemezler di mi :)

fingers crossed

Perşembe, Mart 22, 2007

yeni bir şey

bi şeyler oluyor, hatta sanırsam oldu ve bitti ama daha başlamadı, ben bile tam anlamış değilim, anladığım zaman sizlere haber vericem, mutlu olmam gerek ama nasıl olucağımı unutmuş olabilirim, zamanla idrak ettikçe mutlu olurum belki de...
ne dedim şimdi ben de bilmiyorum ama bi şeyler oldu gerçekten ama tam olmadı, tam olsun bi...
offf ne diyorum ya??? :)

Pazar, Mart 18, 2007

ODTU Felsefe Bölümü Baskani Prof. Dr. Ahmet Inam ile yapilan bir söylesi:

- Sevgili hocam, memleketin durumunu nasil görüyorsunuz?
Feci sekilde kokusmus bir seyler var. Simdi tabi bu lafi 1500 sene önce Platon da söylüyormus, 500 sene önce Hamlet de söylüyordu, otuz yildir da ben söylüyorum. Hayatimiz kokusuyor, güzel bir söz degil ama böyle. Insanlarin seyrettigi televizyon dizileri kötü, okudugu kitaplar kötü, ama benim sikâyetim bunlarin kötü oldugunu söyleyen insanlardan. Sürekli sikâyet edene entel diyoruz. Ne kadar çok sikâyet ederseniz o kadar entelektüel oluyorsunuz. Oysa, Entelektüel mutlu bir adamdir, burada mutlu demek memnun anlaminda degil. Mutludur, yasanan çirkinlikleri görür fakat bunlari kabul etmez. Çirkinlikleri nasil düzeltebilecegini düsünür, yolunu yordamini bulur. Kokusmusluk, önce kendimizle olan iliskimizde basliyor. Kendimizi çok fazla degerli gördügümüzü sanmiyorum. Isin beteri kendimizi adam yerine de koymuyoruz. Yemek yemiyor artik çagimiz insani, tikiniyor. Yemegin tikinmaya döndügü, sevismenin düzüsmeye döndügü bir çagda yasiyoruz. Bütün bunlar yozlasmis bir hayati gösteriyor, çünkü ortada zevk yok. Zevkin hançerlendigi bir yasam var.

- Kendimizi nasil kurtaririz bu hançerden?
Hazlarin pesinden kosarak degil tabi. O da hayatimizi sürdürmek için, sabah sekiz aksam bes çalistigimiz isler kadar kokusma belirtisi. Eglenmek için yaptigimiz seyler de otomatiklesiyor. Çünkü su film seyredilecek deniliyor, herkes o filmi seyrediyor, su yazar okunacak diye emir geliyor, herkes o yazara çullaniyor. Fakat herkes o yazardan ne anliyor? Mademki farkliyiz, herkes o farki yasamali. Ama fark da bize giydirilen bir seye dönüsüyor. Beymen'den giyinince farkli oluyorsun. Kendimizden kaynaklanmiyor. Yani diplomalar, nasil yasayacagimiz, her sey bize disaridan giydiriliyor. Ama kim giydiriyor derseniz, kimse giydirmiyor aslinda, birbirimize giydiriyoruz. Böyle olunca yasama sevinci kayboluyor, bu çok büyük bir tehlike.

- Ögrencilerinizin yarisinin anti-depresan kullandigi dogru mu?
Dogrudur. Bizim ODTÜ civarinda hayat bir beladir diye algilaniyor herhalde. Sürekli sisiriliyor gençler, sen akillisin diye. Ailelerin de beklentisi büyüyor. Ama küçük bir basarisizlikla karsilastiklarinda hemen bunalima giriyorlar. O kadar el bebek gül bebek yasamaya alistirilmislar ki, acilara tahammülü olmayan insanlar yetismeye basliyor. Yaralar almaya baslayinca, bir çikis noktasi bulamayinca ya ilaçlarla tahammül etmeye çalisiliyor ya da savunma mekanizmalari asiri gelisiyor.

- Bu durum basariya kosullanmaktan mi kaynaklaniyor?
Basarili olsan, basarinin hiçbir ölçütü olmadigi için, nerede duracagini bilemiyorsun ve basari dangalagi oluyorsun. Sürekli önüne havuç konmus esek gibi kos Allah kos. Iskolik oluyorsun. Basarisiz olsan geride durmaya tahammül edemiyorsun. O yüzden basari ve basarisizliginin disinda bir hayati seçmis olabilirsin, yani serseri olmak çok daha iyidir bence. Basarisizlik ve büyük beklentiler bir aradaysa o zaman anti- depresanci oluyorsunuz. Bunlarin disinda üçüncü bir yasamin pesindeyseniz yaratici olmak zorundasiniz. Yani dünyaya posta atmis, egemen degerlerin disinda bir insan olmak gerekir. Dünyaya posta atabilmeniz için de önce kendi degerlerinizin olmasi gerekir.

- Mutsuzluk bulasici mi?
Pisirik, güvensiz insanlarin bu kokusmusluktan çikma sansi yok. Mutsuz ve sinirliysen bol bol sigara içersin ve kisa bir süre sonra ölürsün. Mutsuzluk uzun sürmez. Trafikte kavga edersin, bir araba sopa yersin. Sevgilinle sevisemezsin, iktidarsiz olursun. Onun için rahat olmak lazim. On derste rahat olma kitaplari simdi çok satiyor. Orada yazanlarin tam tersini yaparsan belki biraz rahatlarsin.

- Hayvan dergisine verdiginiz beyanatta: "Bilge dedigin firlama olur" demissiniz. Bu görüsünüzde israrli misiniz?
Gayet israrliyim, hatta bu görüsümü daha da ileri götürdüm, bilge dedigin hem firlama olur, hem de pust olur diyorum. Bilge, hayatin bütün hazlarinin ardindan kosar ama o hazlarin hiçbirinin dangalagi olmaz. Serserilerle konusur, berduslarla arkadaslik eder, bir sürü dedikodunun farkindadir, magazinleri izler ama bulasmaz. Günde on bes dakika televizyon izler ama sonra genellikle evleri iki katli oldugundan yukari çikar, Mevlana'yi Farsçasindan okur, yatmadan önce iki bardak sarap içer. Bilge adamda hem sokakta süren hayati yasayabilme yetenegi ve gücü vardir hem de o hayatin disina çikabilme cesareti. Yani bilge insan, hayatin içindedir. Leman'i, Penguen'i okudugu zaman esprileri anlar, mel mel bakmaz. Yani ben bilgeyim, bu adamlar ne biçim espri yapiyor, çok ayip demez. Son çikan küfürleri bilir. Yeni küfürler üretir. Yasamdan tat almayi bilir ama bunu hiçbir zaman ayaga düsürmez. Ayagiyla yasadigi yasami, yukari çeker. O küfür ettigi zaman, küfür onda besmele gibi bir sey olur. Bizde bilge, yerinden kalkmaz, aksakalli, yemek yemez, çisi gelmez biri olarak bilinir. Oysa bilge dedigin dogal gaz kuyruguna girer, sirasini kapan olursa kavga eder, gerekirse karakolluk olur.

- Bu tanima göre bilgelik, akademisyenlikle pek örtüsmüyor.
Akademisyenlik kötü bir is. Bilgelige aykiri, otuz yildir millete not veriyorum, kusturucu bir sey, biktim anasini satayim, hepinize sifir diyecegim bir gün. Ya da hepinize yüz, ne fark eder. Bilgelikle akademisyenlik arasinda bir iliski olabilir, o da yasi 18-20 olanlarla sürekli bir arada olmaktan kaynaklanan bir sey. Bu avantaji kullanirsaniz, yeni kalabilirsiniz.

- Biraz da asktan konusalim mi?
Askta benim teorim su; ask dogustan hormonlarla ilgilidir ama ayni zamanda kazanilmasi, edinilmesi gereken de bir seydir. Emek ister. Hormonu iyi salgilayan asik oldugunu sanabilir, çildirabilir, azabilir ama ask ayri birsey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktir ask. Hiyarlarin, hamhalat heriflerin isi degildir. Diyelim ki kizin birini görüyorum, içime bir ates düsüyor ve asik oluyorum. Yok, öyle yagma, böyle beles bir sey olabilir mi? Ates düstükten sonra ne halt yedigine bagli olarak ask olur ya da olmaz. Ates düstükten sonra o atesi düsüren kisiye gidip onu söndüreyim hemen diyorsan, orada ask yoktur. Ama ask düstugünde; kendimizi, hayati, yasadigimiz kültürü anlamaya ve dönüstürmeye çalisiyorsak, iste ask odur. Bize insan oldugumuzu hatirlatir ve büyük bir sorumluluk yükler. Asik oldugum zaman aklima su gelmeli, asigim, demek ki yapacak çok is var. Yani asktan aldigimiz enerjiyle bir yere bir agaç dikebiliyorsak, bir insana yardim edebiliyorsak, farkli kitaplar okuyabiliyorsak, geregini yerine getirdigimiz seydir. Ask esittir sevgili degil, iki kisilik de degil çok kisiliktir ask. Bütün dünyayi düsman belleyip Leyla'yi sevmek degildir. Leyla'da bütün insanligi sevmektir.

- Bir entelektüel olarak mutlu musunuz?
Yalniz kaldigim zaman, genellikle gece ikiyle dört arasinda mutlu olurum. Televizyonu açarim ama seyretmem. Sesini dinlerim, duvarlara bakip öyle düsünürüm, belki yazasim gelir bir seyler karalarim. Uykum gelince, bu dünya düzelmez arkadas deyip yatarim. Bugün de kurtaramadik dünyayi ne yapalim derim. Hesabi durus, mutlulugu öldüren seydir. Örnegin Nietzsche, adam hayati boyunca bunu anlatti. Ama Nietzsche'yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara sopayla girismek istiyorum bazen. Adam demis ki, ben bir enerji kaynagiyim. Benim insan gibi insan olabilmem, içimdekilerin olabildigince bastirilmadan ortaya çikabilmesidir. Oysa yasam buna izin vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kaliyoruz. Gerçi Freud medeniyetin temelinin bu oldugunu söylemis. Biz de içimizdeki hayvanligi bastiracagiz diye, içimizdeki insanligi da bastirmisiz. Hala içimizdeki erotik enerjiyle iliskimizde sakatlik var. Erotik yanimiz ortaya çiktiktan sonra ayip bir sey yaptigimizi düsünüyoruz. Onun için vatan millet sakarya, ilim aski, sanki hiç eros yokmus¸ gibi davraniyoruz, dava adami kalibina siginiyoruz. Bütün bu kaliplarim disinda felsefe; çözüm arayanlarin degil, soru soranlarin yeridir, seytanla muhabbettir. Ne zaman ki seytan sizi alt eder, o zaman insan oldugunuzu anlarsiniz.

Cuma, Mart 16, 2007

kadın vokaller

bu aralar kendimi çoğunlukla (hadi mühendis olduğum belli olsun, her 3 müzikten 2si olmak üzere) kadın vokalleri dinlerken buluyorum. en başta güzel sesli Anne Booty (Coco Electrik vokalisti ayrıca) beni buldu. sonrasında sırasıyla gelenler:

ikiz kız kardeşlerin seslerini konuşturdukları (ne demek istedim acaba:)) Exit Clov

Bright Eyes cover'ı "Lover I don't have to Love" ile Bettie Serveert

şirin mi şirin adı olan Strawberry Whiplash (milkshake içmek istiyorum adlarını her gördüğümde nedense)

fransız aksanlı ingilizcesi ile Soko, "I'll kill her" şarkısı ile (bir kadının elinden sevgilisini(geleceğini) almayın, hele kadınsanız lütfen koyduğunuz kurallara uyun)

chick-fronted band Hello Tokyo

glam-rock'ı unutmamam gerektiğini hatırlatan Valeze

bunları bulun, dinleyin ve benim gibi özdeşleşip mutlu olun...

ps: bu arada Radical Face'ten de çok hoşlandım ama kadın vokal değil diye dışlamayıp bu son noktaya koymakta istedim...

Salı, Mart 13, 2007

tiksiniyorum

şu dakka itibariyle herşeyden tiksiniyorum.
sabah uyanınca hissettiğim boşluktan tiksiniyorum.
giyinirken giysilerin üstümde kötü durmasından tiksiniyorum.
iş giysisi olarak annemin eskilerini giymekten tiksiniyorum.
trafikten tiksiniyorum. metrodaki kırolardan ve ter kokularından tiksiniyorum.
bir önceki gece tiksindiğim işe 12 saat sonra tekrar gelmekten tiksiniyorum.
benden 3 seviye aşağı insanlarla çalışmaktan tiksiniyorum.
beni geri çeviren diğer işlerden tiksiniyorum. başka bir işim olmamasından tiksiniyorum.
ne yapacağımı bilmemekten tiksiniyorum. kararsızlılığımdan ötürü kendimden tiksiniyorum.
hayatta yapacaklarını bilenlerden tiksiniyorum. kaderden tiksiniyorum.
suratımın soyulmasından tiksiniyorum. hala ergenlik sivilcesi çıkarmaktan ve onları sıkmaktan tiksiniyorum.
bir sevgili aday adayı bile bulamamış olmaktan tiksiniyorum. tüm çiftlerden tiksiniyorum.
telefonumun bozulmuş olmasından ve yeni telefon alacak olmaktan tiksiniyorum. maddiyattan ve ona köleliğimden tiksiniyorum.
konuşucak bir konum olmamasından tiksiniyorum. düşüncelerimi güzelce ifade edememekten tiksiniyorum.
hayatın benim yerime karar vermesinden tiksiniyorum.

Cuma, Mart 09, 2007

acoustic ladyland

mtv arada işe yarıyormuş :) dün akşam sıkıntının, yanmanın (kara giden yanarmış) verdiği tembellikle açtığım mtv'de kliplerinin ilk saniyesine rastlamam kesinlikle ilahi bir olaydı. sarı elbisesiyle Anne Booty "Cuts & Lies" adlı güzide şarkıyı söylemeye başlamıştı ve ben beğenmiştim, sonra saksafonu duydum ve orada hayat durdu... bu kadar güzel başka bir şey daha var mı, kadın vokal ve saksafon, tüm güzellikleri barındırıyorlar... bir caz grubu olan Acoustic Ladyland'a sadece bu şarkısında değil tüm şarkılarında eşlik etmesi gerek hatunumuzun zira caz+punk gibi bir karışık işler yapıp cazı neşeli hale getiren bu guruba çok yakışıyor... izleyelim, tapalım ve sonra tekrar izleyelim...



bu arada gelmişler babylon'a ama tabi çook geç öğrendim :) diğer şarkılarında da "Saltwater"ı beğendiğimi belirticem. bu arada grup çapraz eşleşme ile Polar Bear grubunu oluşturabiliyorlar.

Perşembe, Mart 01, 2007

unutmadan - ZOOT WOMAN

ayrıca bugüne değinmişken hazır ben diyimki gidiyorum akşama roxy'e görmeye zoot woman'ı, geçen sene geldiklerinde gidememiştim, artık perşembeymiş, 11'de başlıyormuş, ertesi gün iş varmış pek takamıcam, gidiyorum, dinliyorum, eğleniyorum ve yarın da ram'den yiyorum...



süper albüm kapağı, çok beğendim, zaten görsellik çok önemli çünkü artık herkes birbirine benzer müzikler yapabiliyor, önemli olan farklılaştırmak kendini, göze batmak, "grey day" kliplerini de çok beğenmiştim zaten, bi aralar s'nek'te bolca görünüyordu. bu yeni pop/electronica'yı çok beğeniyorum, bir sürü grup buldum, hakklarında yazıcam en kısa zamanda...

ps: yanlız akşama evde balık var yemeğe, fazla soğan yememek lazım, kimbilir belki bu yanlızlık günlerim sona erer, ben de bi sevgili yaparım...

güya şubat'ın son postu olacaktı

ama kader izin vermedi, dün beni bu postu yazmaya itemedi... çalıştım, evet yanlış okumadınız, çalıştım, aralıksız diyemem ama 6'ya kadar yoğunlaştım, hatta buharlaştım - havaya kanıp kalın giyinip bunun üstüne deli gibi terlemek - arada da somutlaştım. şimdi de kahvemi içip indirdiğim yepyeni mp3'leri dinleyip dün için hayıflanıyorum...

bırakalım dünü, bakalım bugüne... öğle arasında gidilmiş olan point extreme mağazasına bakalım, aldığım siyah polar berenin yanlarında bulunan, horoz ibiğine benzer çıkıntıları ile dalga geçelim :) gerçekten kafama geçirdim ve "ne lan bunlar" diye düşündüm ve sonra "alıyım ben bunu" diyiverdim görevlinin "böyle neşeli ürünlerimiz de var" sözünü duymazdan gelerek. sonra kasadaki "nereye gidiyorsunuz?" "kartalkaya" "board mu kayak mı?" "board" "var mı boardunuz?" "yok" şeklindeki bir kelime bir işlem oyunun sonunda "ee o zaman board verelim size, şöle güzel böle pembe turuncu kadın boardlarımız var" sözüne artık dayanamayıp "bu işler narin, bügun olmaz ali belki yarın" diyerek küçük çapta bir şok geçirmesine sebep olup sonra hafif gülümsemesine kanıp "hadi bana ii günler" diyip kaçtım... ne biçim şarkıdır o öyle bu arada, bi bakalım youtube'ta var mı bi video...

varmış, buyrun buradan yakın:



mart kapıdan baktırır, can sıktırır...