Pazartesi, Aralık 03, 2007

sağ beyinli seni gidi

You Are 15% Left Brained, 85% Right Brained

The left side of your brain controls verbal ability, attention to detail, and reasoning.
Left brained people are good at communication and persuading others.
If you're left brained, you are likely good at math and logic.
Your left brain prefers dogs, reading, and quiet.

The right side of your brain is all about creativity and flexibility.
Daring and intuitive, right brained people see the world in their unique way.
If you're right brained, you likely have a talent for creative writing and art.
Your right brain prefers day dreaming, philosophy, and sports.

Salı, Kasım 06, 2007

daydreaming

daydreaming during car driving
having the best time
for one or two minutes
then a blast there
and a crash nearby
last thing remembered
a darkness coming by
but no movie of your life
hope to see some good times
a disappointment instead
last thought
"what a boring life,
no suprise about daydreaming"

Perşembe, Haziran 07, 2007

white rabbits

Missouri'li bu altı kişilik grup hakkında çok şans eseri haberim oldu ama iyiki oldu. zaten nette fazla göze batmıyorlar, ne soko gibi ünlü bir şarkıları var ne de the national yeni albümü kadar çok konuşuluyorlar. ama şarkıları kendileri adına size sesleniyorlar ve süperler... 2 vokalin güzel harmonisi kadar 2 baterinin ritmik birlikteliği White Rabbits'i tekrar ve tekrar dinlemek için yeterli sebepler...

kesin tavsiye, ne yapar ne edersiniz bilmem ama albüm Fort Nightly'i bulun, edinin ve dinleyin...

Pazar, Haziran 03, 2007

ve asıl konu...

ben eskisi gibi bol bol giremiyorum nete, indiremiyorum yeni müzikler ve yazamıyorum yeni yorumlar... gene bi şekil yoluna koymayı planlıyorum hayatımı ve işimi, ama şimdilik cumartesileri de çalıştığım için bana kalan nadide zamanları uyuyarak, arkadaşlarımı görerek ve içerek geçirmeye çalşıyorum... ama bak gene söz veriyorum ki okur - amma çok söz verdim bugün :) - kendimi toparlayıp eskisi kadar olmasada haftada en az 2 kere buraya yazmaya devam edicem, keep you posted!!!

güvenli sürüş

trafiği sevmiyorum, araba kullanmaktan korkuyorum ve gel görki yeni işimin en büyük olayı araba... arada "bunu da öğrenmen gerekiyor, al işte sana şans" diye düşünürken bazen de ""sıçtım kızım şimdi, ya kaza yaparsan, ölmekten beter olup sakat kalırsan" gibi karabasanlar basıyor beni. tabi bunda en son tem'de 3 spin atmış olmanın da etkisi var, neyseki ne biz birine çarptık ne de biri bize, ama gene de arada gözümün önüne geliyor dönerken bi an far görmek sonra düzelmek ve sonra tekrar far görmek... bu kazayı annemlere bile anlatmadım, bi daha beni başkasının arabasına bindirmezlerdi. hoş bunlardan ders almak gerek, şöyleki:

1- hız yapma
2- yağmur yağarken hız yağma
3- araban pekte matah değilken hız yapma
4- dikkatini dağıtacak konuşma yaparken hız yapma
5- telefonla konuşurken hız yapma

neyseki bizim şirket güvenli sürüş konusunda kafayı yemiş durumda. her cuma saat 10'da ofiste kimseyi bulamazsınız, herkes toplantı odasında o günün başlığı hakkında tartışılıyor. mesela bu haftaki konu telefon ile konuşma idi. bir arkadaşın niye telefonlarına bakmadığını öğrendik, meğersem bi keresinden bi duvara toslamış konuşurken, yani tecrübe etmiş, ayrıca büyük parton herkes önünde söz verdi konuşmayacağına dair. ben zaten araba kullanırken çok fazla konsantre olmak zorundayım, bir de telefonu açmaya çalışırken bile kesin bi kaza yaparım, o yüzden bende buradan söz veriyorumki araba kullanırken mümkünse telefonu sessize alıp gitmem gereken yere kadar kendisini unutucam.

ayrıca 3 temmuz günü - ki Blonde Redhead biletim alınmıştır - bir de güvenli sürüş eğitimi var, duyduğuma göre böyle yere köpük fln sıkıyorlarmış ve böyle değişik durumlarda nasıl arabayı kontrol etmen gerektiğini öğretiyorlarmış, ki bence süper... öğrenir ve uygularım artık :)

Perşembe, Mayıs 10, 2007

ağız kokusu

salı günü işimdeki - daha doğrusu eski işimdeki - son günümdü. zaten son 3 haftadır ofisteki bitkilerden daha az iş yapıyordum, onlar en azından oksijen sağlama ve güzel gözükme işlevlerini yerine getiriyorlardı (çok saolun bu arada.) tüm motivasyonumu kaybetmiştim ve hiç arayıp bulmakla da uğraşmadım, ne de olsa gidiyordum... ve gittim...

iki gündür annemle sokaklarda geziyorum, dün okula gidip 2 yarıyıl daha uzatabilmek için hocalardan imza aldım, bugün de kalp hırıltımın ne olduğunu öğrenmek için doktora gittim, neyseki normalmiş, hırıltımla - veya doktorun deymiyle üfürüğümle - yaşayabilirmiş. mide fotoğraflarımın yanına birde kalp headshotlarım eklendi, diğer organlar kıskanmasınlar diye dua ediyorum.

etrafta gezinirken aklıma yüzlerce düşünce üşüşüyor, hatta o anda 2 paragraf yazı yazabilecek malzeme hazırlıyorum. sonra eve gelip bunları yazmayı istiyorum ama eve gelene kadar üstlerinden başka yüzlerce paragraf geçmiş oluyor ve hepsi birbirine karışıyor, aklımda geriye de hiçbir şey kalmıyor. ne zaman aklımdan "bak bu konu hakkında şöyle düşünüyorum, öyleyse böyle yazarım" geçirsem hemen başka bir konu atlıyor ve "hani bana hani bana" yapıyor. bilirsiniz kimseyi kırmak istemem, o konu hakkında da düşünmeye başlıyorum ve bir zincirleme başlıyor, başım doluyor, düşünceler birbiri üstüne istifleniyorlar ve sonunda "yeter bea amma doldu burası" diyip kulaklarımdan akıp gidiyorlar. umarım daha iyi birer beyin buluyorlardır, tek dileğim budur...

aklımda sadece müzik yazıları kalıyor, "şimdi şu grup hakkında bunu yazarım, şu adamın şu fotosunu kullanırım." bazen müzik düşüncelerim VIP veya ÇÜŞ düşüncelermiş de aklım başka işe çalışmıyormuş gibi hissediyorum.

hoş bu blog olayını abartmışta olabilirim, sonuçta kimse bana para vermiyor buraya yazayım diye, verseler süper oldurdu da neyse... o anda ne yazmak istiyorsam onu yazma özgürlüğümün olması güzel, editör ağız kokusu yok... örneğin bu yazıda olduğu gibi :)

Çarşamba, Mayıs 02, 2007

junior boys

electronic pop + minimal techo = junior boys.

"in the morning" parçalarını dinledikten beri kendileri hakkında daha çok şey öğrenmeye, "so this is goodbye" albümlerini daha sık dinlemeye başladım bu 2 kişilik kanadalı grupu...

özellikle hot chip bu süper şarkılarına süper bir remix yapınca daha geniş kitlelere ulaşmayı başardılar... işin ilginci hot chip remix'inde ilk 1 dakka boyunca hangi şarkı oldğunu kesinlikle anlamıyor ve "belki yanlş indirdim" gibi düşüncelere dalıyorsunuz, ama hayır!! sabır!! elbet "in the morning"in hazzını alacaksınız...

bu arada şarkının klibini çok kötü bulduğumu, uzaylı/kaçırılma olayının şarkıya hiç uymadığını da belirtir, tavsiye olarak video'nun sesini açmanızı, kendi gözlerinizi kapamanızı öneririm...


Çarşamba, Nisan 25, 2007

the rapture vs. justin


bunu paylaşmazsam çatlarım: the rapture ile ilgili internette gezerkene şöyle bir haberle gark!gurk! oldum:

"Timbaland, who will be producing Justin's third solo record, has said that Timberlake's next album will sound like The Rapture. The two worked together on Timberlake's 2006's 'FutureSex/LoveSounds' album, and Timbaland mentioned that, after initial conversations, they want the new material to sound like 'House Of Jealous Lovers', The Rapture's iconic single from 2002, reports the US edition of GQ."



merakla beklediğimi, çok şeyler beklemediğimi belirtir, Justin'e kolay gelsin derim...

Shearwater

normalde ipodunuza takılı olan kulaklık alınır ve düşük bir ses versede ofis ortamında hoparlör yerine kullanılmaya başlanır, böylece hiçbir müzik olayından geri kalınmaz :)

New York Times tarafından 2006'ın en iyi albümlerinden biri olarak gösterilen Shearwater albümü Palo Santo'yu tekrar kucaklamaya hazır mısınız? Bazı kısımları yeniden kaydedilen, yeniden masterı yapılan bu albüm ile, orijinal şarkıların nasıl daha dinlenebilir, baterinin, piyanonun ve Jonathan Meiburg’nin içinize işleyen sesinin nasıl daha da güzelleştirebileceğine inanamıyacaksınız.

şimdi diyebilirsiniz ki ne gerek var geçen senenin şarkılarına/gruplarına, sene daha üçte birini doldurmadan yüzlerce yeniler çıktı, örneğin Maximoo Park albümü tamamladı, Blonde Redhead Temmuz'da konserinden önce 23 ile kalbimizi çaldı, ne gerek eskiye? walla ben de bilmiyorum ama şarkılarını dinlemek bana büyük haz veriyor bu grubun ve 2006 yılında paylaşamamış olmanın getirdiği suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışıyorum sanırsam... bu yeniden düzenlemeyi görünce dedim işte tam zamanı kendilerinden bahsetmenin, ve emin olun haklıyım, kendilerden bahsedilmesi gerekiyor...

Salı, Nisan 24, 2007

"unique"

"unique" kelimesini severim. bence türkçe'de tam bir karşılığı yok, "ender" veya "nadir" eşsizliğini göstermiyor, "benzersiz" veya "yegane" özgünlüğünü açıklamıyor, "biricik" tekliğine vurgu yapmıyor.
her insanın "unique" olması gerektiğine inanıyorum, genetik mirası bakımından ve ayrıca karakter özellikleri bakımından yoğurulmuş herkesin "unique" olması gerek. aynı tornadan çıkmış insanları sevmiyorum, kendini dışarı vuran insanları seviyorum. toplumun kulağına fısıldadığı kelimeleri cümle içinde kullanmak zorunda kalanları sevmiyorum, kendi kelimelerini oluşturanları ve cümle kurmak zorunda hissetmeyenleri seviyorum. ancak o zaman "unique" olmayı onurlandırmış olur bir insan. başkası gibi olmak istemek ne kadar yanlış ama ne kadar kolay...
bu kadar laftan sonra kendime bakıyorum da, ben de bazen toplumun yaratığı oluyorum, öyle düşünüp öyle giyiniyorum, böyle konuşup böyle susuyorum, şöyle alıp şöyle veriyorum... "unique" olmama daha yol var, üzerimdeki toplumu atmaya hala çalışıyorum...

Çarşamba, Nisan 11, 2007

müzik kutusu - ara

müzik yazılarıma bir miktar ara vermek durumundayım... normalde iş yerinden müzikleri indirip, boş zamanlarımda (ki baya var) dinleyip, haklarında okuma yapıp yazılar yazıyordum... ama ne oldu, hoparlörüm kırıldı, yenisini ne zaman alırız belli değil, hoş istifa ettiğimde almayabilirler bile... eğer ki evden girersem internete (ki işten sonra akşam evden internete girmek benim için bir külfet) ancak o zaman bi ihtimal yazarım, ama gerçekten küçük bi ihtimal...

bu arada yeni iş olunca iş saatlerinde hiç giremicem bu tür müzik dinleme olaylarına, o zaman akşamları girmek için çok fazla motive olmam gerekecek, bakalım hayırlısı...

ps: http://www.radarlive.com/ kesinlikle kaçmaz, gidelim...

Salı, Nisan 10, 2007

evet, ikinci kere ofiste ağladım, beni ağlattılar, tuvalette gitmeme, kapıyı arkamdan kapıyıp klozete sinme hareketi ile hıçkırıklara boğulmama sebep oldular... seninle paylaşamayacağım şey yok okuyucu, bunu yaptırdılar bana...
bazen diyorumki, sen kim myst iş hayatı kim, bu telaş bu stres bu yalan dünya seni yiyor bitiriyor... ben yalan söyliyemedikçe benden daha çok yalan söylememi, ben kıvaramadıkça daha çok kıvırmamı beklenirken ben daha dürüst oluyor, direkt evet-hayır moduna geçiyorum... mühendis oldukki cevaplar 1-0 bazında olsun, kesin olsun, gözle görülür olsun, kanıtlanablir olsun, ben de fazla yorulmak zorunda kalmıyım. ama gene de döndük dolaştık insanlara laf anlatmaya geldik, lafları çevirmeye çalıştık ve yorulduk... insnalar yoruyor adamı...
üstüne üstlük yeni işimde daha çok insanla iletişim kurucam, daha çok bu tür durumlarla karşılaşıcam, daha çok yalan söylicem...
kara kara düşünmüyor değilim bazen...

Perşembe, Nisan 05, 2007

müzik kutusu - biraz dans takılalım!!


efendim eskiden rock müzikten kafasını kaldırmayan ben bu aralar, ki son 2-3 senedir, biraz daha ortama ayak uydurmaya, dasn yeteneklerimi farklı müzik projelerinin kullanımına sunmaya başladım. tabiki kalbimizde rock müziğin yeri ayrı ama şu aşağıdaki güzelliklere bakar mısınız lütfen:

portecho
bu ikili beni benden aldılar geçen hafta studiolive'da... bir laptop ve 2 güzide insan yetermiş zıplamaya, çoşmaya ve kendinden geçmeye... "in this town we have no symphaty" dedikçe çoştuk... çok heyecanlıydılar sahnede, sizi de şarkılarının içine çekme özellikleri süper... tüm ortamlarda dinlemeye, takip etmeye karar verdim...


hot chip
"over and over" şarkısının klibini izledikten sonra daha da sevdiğim, dans ederken hep beraber şarkı söyleyen bu erkekleri kıskandığım için kimse beni suçlayamaz. remix işleri zaten çok güzeldi, üstüne kendi şarkılarını da kattılar. dinleyin efendim...

http://www.myspace.com/hotchip

calvin harris
iskoçya'da herşeyi kendi yapan bu arkadaşımız seksi sesi, güzel miksleri ile "80'lerin"un dibine vuruyor, aralara electro atıyor ve biz de acaip eğlenip acaip dans ediyoruz. haa bu arada çokta tatlı bir çocuk, gelsin en önden izlerim :) "acceptable in the 80's" süper bi şarkı bu arada...

http://www.myspace.com/calvinharristv

"eğlenin, eğlendirin" motomuzun da bu günlük sonuna geldik, bi dahaki sefere görüşmek üzere...

"Expecting the world to treat you fairly because you are good is like expecting the bull not to charge because you are a vegetarian." anon

Cuma, Mart 30, 2007

Tom McRae - End of the World News

unutmuşum bu güzel parçayı, paylaşmak istedim...


You wake up to the sound of alarms and your
Driving your fabulous car
Listening to the music that reminds you
You used to be young you used to be young

And now youre searching, for a sign with your name
To define you the king of the game
What will you do when theres nothing left
For you to earn and for you to learn

So dose me up once is not enough
I can still see the ground
And from this high rise view looking down on you
Im not the one wasting my time

And every culture has its own magazine
And information takes the place of your dreams
Finding ways to fill up the silence
But its all that you need turn on your tv

So dose me up once is not enough
I can still see the ground
And from this high rise view looking down on you
Im not the one wasting my time

This is the end of the world news
This is the end of the world news sponsored by god

So dose me up once is not enough
I can still see the ground
And from this high rise view looking down on you
Im not the one wasting my time

Çarşamba, Mart 28, 2007

eski nesil feci geliyor

78 yaşındaki dedem email adresi almış!!! hiçbir şeyden geri kalmıyor ve bunu çok beğeniyorum. babam anlatmıştı, en son ziyarete gittiklerinde 5 gün boyunca babamdan öğrenmeye çalışmış, tabi direkt soramıyor, babam ne zaman bilgisayarın başına otursa yanına gidiyormuş "şimdi bu ne, ne işe yarar? emailler ne?" sonunda "bana da bir email adresi alalım" demiş ve voala!! umarım ben de büyüyünce (çook büyüyünce) onun gibi olabilirim.


tabi ilk kez email almanın sonucu olarak önce güzide fotolar olsun, powerpointte hazırlanmış sevgi sözcükleri olsun, bu tür spamlar ile benim mailbox'ımı dolduruyor, ama hiç önemli değil, istediği kadar email atabilir, ona kotam sonsuz!!!

Salı, Mart 27, 2007

kiss kiss

aklımızı güzel şeylere çalıştıralım biraz veya aklımızı güzel şeylerle dolduralım biraz: Kiss Kiss


orkestra müziğini progressive yapmayı başarmış bu 5 kişi, NY'tan çıkıp kulaklarımızın içine vurmak suretiyle kendilerini dinletmeyi başarıyorlar. kısaca Indie / Experimental / Progressive yapmaya gayret ettiklerini öğrendim. "Machines" ve "Dress Up" süper iki parçaları... bi blogta şöyle bi giriş yapılmış: "Remember how boring those orchestra concerts in elementary school were?" walla ben bilmiyorum, buralarda ilkokulda orkestrayı hecelemeyi bile hocaların çoğu bilmiyordu, hiç böyle bir deneyim yaşamadım, ama Kiss Kiss yaşanılması gereken bir deneyim...
ps: her iki post'ta toplam 3 kere "suretiyle" kelimesini kullanmış bulunmaktayım, hayırlısı...

yeni olan ne?

evet geçen hafta ortaya çıkan ve benim hafiften baş dönmesine uğramama sebebiyet veren hadise: yeni bir iş teklifi alacak olmam

yanlız ortadaki küçük sorun: daha teklifi almamış olmam... bu yüzden biraz tırsmak suretiyle, biraz da nazar değmesin suretiyle burada açıklamak istemedim ilk başta ve esasında hala biri çıkıp "şaka lan, bak kamera" diyecek diye düşünüyorum...

haftaya ararız demişlerdi, hala aramadılar, bu da üstüne tuz biber ekiyor olayın...

neyse alıyım teklifi, kabul ediyim, şu andaki şirketime nasıl açıklayacağımı düşiniyim ve gidip istifayı bi veriyim, çok rahatlıcam... (bknz: önce nikah, sonra gerdek)

bu arada eğer bazı noktalarda anlaşamazsak işi kabul etmeme gibi bi durum var, bana başka şehir önerebileceklerini söylediler, lakin ben istanbul'dan başka şehirde başarılı bir hayat sürdüreceğime inanmıyorum, zaten sevenlerim benim gitmemi istemezler di mi :)

fingers crossed

Perşembe, Mart 22, 2007

yeni bir şey

bi şeyler oluyor, hatta sanırsam oldu ve bitti ama daha başlamadı, ben bile tam anlamış değilim, anladığım zaman sizlere haber vericem, mutlu olmam gerek ama nasıl olucağımı unutmuş olabilirim, zamanla idrak ettikçe mutlu olurum belki de...
ne dedim şimdi ben de bilmiyorum ama bi şeyler oldu gerçekten ama tam olmadı, tam olsun bi...
offf ne diyorum ya??? :)

Pazar, Mart 18, 2007

ODTU Felsefe Bölümü Baskani Prof. Dr. Ahmet Inam ile yapilan bir söylesi:

- Sevgili hocam, memleketin durumunu nasil görüyorsunuz?
Feci sekilde kokusmus bir seyler var. Simdi tabi bu lafi 1500 sene önce Platon da söylüyormus, 500 sene önce Hamlet de söylüyordu, otuz yildir da ben söylüyorum. Hayatimiz kokusuyor, güzel bir söz degil ama böyle. Insanlarin seyrettigi televizyon dizileri kötü, okudugu kitaplar kötü, ama benim sikâyetim bunlarin kötü oldugunu söyleyen insanlardan. Sürekli sikâyet edene entel diyoruz. Ne kadar çok sikâyet ederseniz o kadar entelektüel oluyorsunuz. Oysa, Entelektüel mutlu bir adamdir, burada mutlu demek memnun anlaminda degil. Mutludur, yasanan çirkinlikleri görür fakat bunlari kabul etmez. Çirkinlikleri nasil düzeltebilecegini düsünür, yolunu yordamini bulur. Kokusmusluk, önce kendimizle olan iliskimizde basliyor. Kendimizi çok fazla degerli gördügümüzü sanmiyorum. Isin beteri kendimizi adam yerine de koymuyoruz. Yemek yemiyor artik çagimiz insani, tikiniyor. Yemegin tikinmaya döndügü, sevismenin düzüsmeye döndügü bir çagda yasiyoruz. Bütün bunlar yozlasmis bir hayati gösteriyor, çünkü ortada zevk yok. Zevkin hançerlendigi bir yasam var.

- Kendimizi nasil kurtaririz bu hançerden?
Hazlarin pesinden kosarak degil tabi. O da hayatimizi sürdürmek için, sabah sekiz aksam bes çalistigimiz isler kadar kokusma belirtisi. Eglenmek için yaptigimiz seyler de otomatiklesiyor. Çünkü su film seyredilecek deniliyor, herkes o filmi seyrediyor, su yazar okunacak diye emir geliyor, herkes o yazara çullaniyor. Fakat herkes o yazardan ne anliyor? Mademki farkliyiz, herkes o farki yasamali. Ama fark da bize giydirilen bir seye dönüsüyor. Beymen'den giyinince farkli oluyorsun. Kendimizden kaynaklanmiyor. Yani diplomalar, nasil yasayacagimiz, her sey bize disaridan giydiriliyor. Ama kim giydiriyor derseniz, kimse giydirmiyor aslinda, birbirimize giydiriyoruz. Böyle olunca yasama sevinci kayboluyor, bu çok büyük bir tehlike.

- Ögrencilerinizin yarisinin anti-depresan kullandigi dogru mu?
Dogrudur. Bizim ODTÜ civarinda hayat bir beladir diye algilaniyor herhalde. Sürekli sisiriliyor gençler, sen akillisin diye. Ailelerin de beklentisi büyüyor. Ama küçük bir basarisizlikla karsilastiklarinda hemen bunalima giriyorlar. O kadar el bebek gül bebek yasamaya alistirilmislar ki, acilara tahammülü olmayan insanlar yetismeye basliyor. Yaralar almaya baslayinca, bir çikis noktasi bulamayinca ya ilaçlarla tahammül etmeye çalisiliyor ya da savunma mekanizmalari asiri gelisiyor.

- Bu durum basariya kosullanmaktan mi kaynaklaniyor?
Basarili olsan, basarinin hiçbir ölçütü olmadigi için, nerede duracagini bilemiyorsun ve basari dangalagi oluyorsun. Sürekli önüne havuç konmus esek gibi kos Allah kos. Iskolik oluyorsun. Basarisiz olsan geride durmaya tahammül edemiyorsun. O yüzden basari ve basarisizliginin disinda bir hayati seçmis olabilirsin, yani serseri olmak çok daha iyidir bence. Basarisizlik ve büyük beklentiler bir aradaysa o zaman anti- depresanci oluyorsunuz. Bunlarin disinda üçüncü bir yasamin pesindeyseniz yaratici olmak zorundasiniz. Yani dünyaya posta atmis, egemen degerlerin disinda bir insan olmak gerekir. Dünyaya posta atabilmeniz için de önce kendi degerlerinizin olmasi gerekir.

- Mutsuzluk bulasici mi?
Pisirik, güvensiz insanlarin bu kokusmusluktan çikma sansi yok. Mutsuz ve sinirliysen bol bol sigara içersin ve kisa bir süre sonra ölürsün. Mutsuzluk uzun sürmez. Trafikte kavga edersin, bir araba sopa yersin. Sevgilinle sevisemezsin, iktidarsiz olursun. Onun için rahat olmak lazim. On derste rahat olma kitaplari simdi çok satiyor. Orada yazanlarin tam tersini yaparsan belki biraz rahatlarsin.

- Hayvan dergisine verdiginiz beyanatta: "Bilge dedigin firlama olur" demissiniz. Bu görüsünüzde israrli misiniz?
Gayet israrliyim, hatta bu görüsümü daha da ileri götürdüm, bilge dedigin hem firlama olur, hem de pust olur diyorum. Bilge, hayatin bütün hazlarinin ardindan kosar ama o hazlarin hiçbirinin dangalagi olmaz. Serserilerle konusur, berduslarla arkadaslik eder, bir sürü dedikodunun farkindadir, magazinleri izler ama bulasmaz. Günde on bes dakika televizyon izler ama sonra genellikle evleri iki katli oldugundan yukari çikar, Mevlana'yi Farsçasindan okur, yatmadan önce iki bardak sarap içer. Bilge adamda hem sokakta süren hayati yasayabilme yetenegi ve gücü vardir hem de o hayatin disina çikabilme cesareti. Yani bilge insan, hayatin içindedir. Leman'i, Penguen'i okudugu zaman esprileri anlar, mel mel bakmaz. Yani ben bilgeyim, bu adamlar ne biçim espri yapiyor, çok ayip demez. Son çikan küfürleri bilir. Yeni küfürler üretir. Yasamdan tat almayi bilir ama bunu hiçbir zaman ayaga düsürmez. Ayagiyla yasadigi yasami, yukari çeker. O küfür ettigi zaman, küfür onda besmele gibi bir sey olur. Bizde bilge, yerinden kalkmaz, aksakalli, yemek yemez, çisi gelmez biri olarak bilinir. Oysa bilge dedigin dogal gaz kuyruguna girer, sirasini kapan olursa kavga eder, gerekirse karakolluk olur.

- Bu tanima göre bilgelik, akademisyenlikle pek örtüsmüyor.
Akademisyenlik kötü bir is. Bilgelige aykiri, otuz yildir millete not veriyorum, kusturucu bir sey, biktim anasini satayim, hepinize sifir diyecegim bir gün. Ya da hepinize yüz, ne fark eder. Bilgelikle akademisyenlik arasinda bir iliski olabilir, o da yasi 18-20 olanlarla sürekli bir arada olmaktan kaynaklanan bir sey. Bu avantaji kullanirsaniz, yeni kalabilirsiniz.

- Biraz da asktan konusalim mi?
Askta benim teorim su; ask dogustan hormonlarla ilgilidir ama ayni zamanda kazanilmasi, edinilmesi gereken de bir seydir. Emek ister. Hormonu iyi salgilayan asik oldugunu sanabilir, çildirabilir, azabilir ama ask ayri birsey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktir ask. Hiyarlarin, hamhalat heriflerin isi degildir. Diyelim ki kizin birini görüyorum, içime bir ates düsüyor ve asik oluyorum. Yok, öyle yagma, böyle beles bir sey olabilir mi? Ates düstükten sonra ne halt yedigine bagli olarak ask olur ya da olmaz. Ates düstükten sonra o atesi düsüren kisiye gidip onu söndüreyim hemen diyorsan, orada ask yoktur. Ama ask düstugünde; kendimizi, hayati, yasadigimiz kültürü anlamaya ve dönüstürmeye çalisiyorsak, iste ask odur. Bize insan oldugumuzu hatirlatir ve büyük bir sorumluluk yükler. Asik oldugum zaman aklima su gelmeli, asigim, demek ki yapacak çok is var. Yani asktan aldigimiz enerjiyle bir yere bir agaç dikebiliyorsak, bir insana yardim edebiliyorsak, farkli kitaplar okuyabiliyorsak, geregini yerine getirdigimiz seydir. Ask esittir sevgili degil, iki kisilik de degil çok kisiliktir ask. Bütün dünyayi düsman belleyip Leyla'yi sevmek degildir. Leyla'da bütün insanligi sevmektir.

- Bir entelektüel olarak mutlu musunuz?
Yalniz kaldigim zaman, genellikle gece ikiyle dört arasinda mutlu olurum. Televizyonu açarim ama seyretmem. Sesini dinlerim, duvarlara bakip öyle düsünürüm, belki yazasim gelir bir seyler karalarim. Uykum gelince, bu dünya düzelmez arkadas deyip yatarim. Bugün de kurtaramadik dünyayi ne yapalim derim. Hesabi durus, mutlulugu öldüren seydir. Örnegin Nietzsche, adam hayati boyunca bunu anlatti. Ama Nietzsche'yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara sopayla girismek istiyorum bazen. Adam demis ki, ben bir enerji kaynagiyim. Benim insan gibi insan olabilmem, içimdekilerin olabildigince bastirilmadan ortaya çikabilmesidir. Oysa yasam buna izin vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kaliyoruz. Gerçi Freud medeniyetin temelinin bu oldugunu söylemis. Biz de içimizdeki hayvanligi bastiracagiz diye, içimizdeki insanligi da bastirmisiz. Hala içimizdeki erotik enerjiyle iliskimizde sakatlik var. Erotik yanimiz ortaya çiktiktan sonra ayip bir sey yaptigimizi düsünüyoruz. Onun için vatan millet sakarya, ilim aski, sanki hiç eros yokmus¸ gibi davraniyoruz, dava adami kalibina siginiyoruz. Bütün bu kaliplarim disinda felsefe; çözüm arayanlarin degil, soru soranlarin yeridir, seytanla muhabbettir. Ne zaman ki seytan sizi alt eder, o zaman insan oldugunuzu anlarsiniz.

Cuma, Mart 16, 2007

kadın vokaller

bu aralar kendimi çoğunlukla (hadi mühendis olduğum belli olsun, her 3 müzikten 2si olmak üzere) kadın vokalleri dinlerken buluyorum. en başta güzel sesli Anne Booty (Coco Electrik vokalisti ayrıca) beni buldu. sonrasında sırasıyla gelenler:

ikiz kız kardeşlerin seslerini konuşturdukları (ne demek istedim acaba:)) Exit Clov

Bright Eyes cover'ı "Lover I don't have to Love" ile Bettie Serveert

şirin mi şirin adı olan Strawberry Whiplash (milkshake içmek istiyorum adlarını her gördüğümde nedense)

fransız aksanlı ingilizcesi ile Soko, "I'll kill her" şarkısı ile (bir kadının elinden sevgilisini(geleceğini) almayın, hele kadınsanız lütfen koyduğunuz kurallara uyun)

chick-fronted band Hello Tokyo

glam-rock'ı unutmamam gerektiğini hatırlatan Valeze

bunları bulun, dinleyin ve benim gibi özdeşleşip mutlu olun...

ps: bu arada Radical Face'ten de çok hoşlandım ama kadın vokal değil diye dışlamayıp bu son noktaya koymakta istedim...

Salı, Mart 13, 2007

tiksiniyorum

şu dakka itibariyle herşeyden tiksiniyorum.
sabah uyanınca hissettiğim boşluktan tiksiniyorum.
giyinirken giysilerin üstümde kötü durmasından tiksiniyorum.
iş giysisi olarak annemin eskilerini giymekten tiksiniyorum.
trafikten tiksiniyorum. metrodaki kırolardan ve ter kokularından tiksiniyorum.
bir önceki gece tiksindiğim işe 12 saat sonra tekrar gelmekten tiksiniyorum.
benden 3 seviye aşağı insanlarla çalışmaktan tiksiniyorum.
beni geri çeviren diğer işlerden tiksiniyorum. başka bir işim olmamasından tiksiniyorum.
ne yapacağımı bilmemekten tiksiniyorum. kararsızlılığımdan ötürü kendimden tiksiniyorum.
hayatta yapacaklarını bilenlerden tiksiniyorum. kaderden tiksiniyorum.
suratımın soyulmasından tiksiniyorum. hala ergenlik sivilcesi çıkarmaktan ve onları sıkmaktan tiksiniyorum.
bir sevgili aday adayı bile bulamamış olmaktan tiksiniyorum. tüm çiftlerden tiksiniyorum.
telefonumun bozulmuş olmasından ve yeni telefon alacak olmaktan tiksiniyorum. maddiyattan ve ona köleliğimden tiksiniyorum.
konuşucak bir konum olmamasından tiksiniyorum. düşüncelerimi güzelce ifade edememekten tiksiniyorum.
hayatın benim yerime karar vermesinden tiksiniyorum.

Cuma, Mart 09, 2007

acoustic ladyland

mtv arada işe yarıyormuş :) dün akşam sıkıntının, yanmanın (kara giden yanarmış) verdiği tembellikle açtığım mtv'de kliplerinin ilk saniyesine rastlamam kesinlikle ilahi bir olaydı. sarı elbisesiyle Anne Booty "Cuts & Lies" adlı güzide şarkıyı söylemeye başlamıştı ve ben beğenmiştim, sonra saksafonu duydum ve orada hayat durdu... bu kadar güzel başka bir şey daha var mı, kadın vokal ve saksafon, tüm güzellikleri barındırıyorlar... bir caz grubu olan Acoustic Ladyland'a sadece bu şarkısında değil tüm şarkılarında eşlik etmesi gerek hatunumuzun zira caz+punk gibi bir karışık işler yapıp cazı neşeli hale getiren bu guruba çok yakışıyor... izleyelim, tapalım ve sonra tekrar izleyelim...



bu arada gelmişler babylon'a ama tabi çook geç öğrendim :) diğer şarkılarında da "Saltwater"ı beğendiğimi belirticem. bu arada grup çapraz eşleşme ile Polar Bear grubunu oluşturabiliyorlar.

Perşembe, Mart 01, 2007

unutmadan - ZOOT WOMAN

ayrıca bugüne değinmişken hazır ben diyimki gidiyorum akşama roxy'e görmeye zoot woman'ı, geçen sene geldiklerinde gidememiştim, artık perşembeymiş, 11'de başlıyormuş, ertesi gün iş varmış pek takamıcam, gidiyorum, dinliyorum, eğleniyorum ve yarın da ram'den yiyorum...



süper albüm kapağı, çok beğendim, zaten görsellik çok önemli çünkü artık herkes birbirine benzer müzikler yapabiliyor, önemli olan farklılaştırmak kendini, göze batmak, "grey day" kliplerini de çok beğenmiştim zaten, bi aralar s'nek'te bolca görünüyordu. bu yeni pop/electronica'yı çok beğeniyorum, bir sürü grup buldum, hakklarında yazıcam en kısa zamanda...

ps: yanlız akşama evde balık var yemeğe, fazla soğan yememek lazım, kimbilir belki bu yanlızlık günlerim sona erer, ben de bi sevgili yaparım...

güya şubat'ın son postu olacaktı

ama kader izin vermedi, dün beni bu postu yazmaya itemedi... çalıştım, evet yanlış okumadınız, çalıştım, aralıksız diyemem ama 6'ya kadar yoğunlaştım, hatta buharlaştım - havaya kanıp kalın giyinip bunun üstüne deli gibi terlemek - arada da somutlaştım. şimdi de kahvemi içip indirdiğim yepyeni mp3'leri dinleyip dün için hayıflanıyorum...

bırakalım dünü, bakalım bugüne... öğle arasında gidilmiş olan point extreme mağazasına bakalım, aldığım siyah polar berenin yanlarında bulunan, horoz ibiğine benzer çıkıntıları ile dalga geçelim :) gerçekten kafama geçirdim ve "ne lan bunlar" diye düşündüm ve sonra "alıyım ben bunu" diyiverdim görevlinin "böyle neşeli ürünlerimiz de var" sözünü duymazdan gelerek. sonra kasadaki "nereye gidiyorsunuz?" "kartalkaya" "board mu kayak mı?" "board" "var mı boardunuz?" "yok" şeklindeki bir kelime bir işlem oyunun sonunda "ee o zaman board verelim size, şöle güzel böle pembe turuncu kadın boardlarımız var" sözüne artık dayanamayıp "bu işler narin, bügun olmaz ali belki yarın" diyerek küçük çapta bir şok geçirmesine sebep olup sonra hafif gülümsemesine kanıp "hadi bana ii günler" diyip kaçtım... ne biçim şarkıdır o öyle bu arada, bi bakalım youtube'ta var mı bi video...

varmış, buyrun buradan yakın:



mart kapıdan baktırır, can sıktırır...

Salı, Şubat 20, 2007

epsilon

She feels just like an epsilon,
neglected whenever necessary,
and whose limit has been already taken,
Now, she is on the way towards zero...

Cuma, Şubat 16, 2007

derdiyoklar ikilisi (A Turkish band for Turk weddings in Germany in 80s.)

ne yorum yapacağımı şaşırdım, ya yaptıkları müziğin ve sahne şovunun zamanının çok öncesinde olmasını ve Türk müziğini nasıl güzel harmanladıklarını övücem, ya da bu düğünlerde bu müziğe maruz kalmış şimdilerde 2.kuşak Almanya gençliği diye anılan kuşağı anladığımı, ortada kalmışlık hisslerini paylaştığımı bildiricem. ama gerçekten sahnede bir nev-i modern dans hareketleri ile yapılan müziğin davulun ritmik sesleri ve aynı anda söylenen sözleri ile oluşan şovu orada olup yaşamak lazımmış (ama daha olgun bir yaşta, mesela 30-35).

Pazartesi, Şubat 12, 2007

if istanbul 2007


avuçlarım terliyordu heyecandan, "konfirmasyonunuz" kısmını görünce rahatladım ama heyecanım daha da arttı, sinemaya gidecek ve bağımsızları tek tek tadabilecektim...

ve alınan filmler:

15 Perşembe 19:30 "sherrybaby"
17 Cumartesi 19:00 "aşkın 4.6 milyar yılı"
17 Cumartesi 00:15 "yaratık"
18 Pazar 19:30 "avida"
20 Salı 19:30 "kumarbaz"
24 Cumartesi 15:00 "rönesans"

ve alınacak filmler:

18 Pazar 15:00 "tepetaklak nelson"
24 Cumartesi 00:15 "kara koyun"

ve gidecek birilerini bulursam almak istediklerim:

21 Çarşamba 19:00 "bilek kesenler"
24 Cumartesi 19:30 "siktir"
25 Pazar 15:00 "gece gündüz gece gündüz"

şimdi, gelmek isteyen olursa güvercin salsın, duman yollasın, bi şeyler yapsın, son üç filmede bilet alalım...

Perşembe, Şubat 08, 2007

14 şubat sevgilisizler günü


nerden biliyorlar? alnımda mı yazıyor, yoksa çok "desperate" mı gözüküyorum? 14 şubat için bana gelen bi iki emailden ne tür okasyonlara davet edildiğime bakalım:

Marc Almond
14 Şubat’ın getirdiği ‘anlam ve önem’ bombardımanından bir nebze uzaklaşmak isteyen bekarlar ve alternatif planlar yapmak isteyen çiftler, işte hepimiz için karşı konulamayacak bir davet: birçok kişinin 80’lerde tanıyıp orada bıraktığı ancak birbirinden şahane albümler üretmeye devam eden Marc Almond, yozlaşmış masumiyet, yok edilmiş güzellik, sıkıntılı aşk ve gözyaşları gibi temaları şarkıya en iyi döken isimlerden biri.

Fake Oddity
Kırmızı güllerden nefret ederim, ne kadar da klişe! Peki ya şu sevgililer gününe ne demeli? Hayır, sevgilim yok diye böyle konuşmuyorum, bir sevgilim olduğu zamanlarda bile bu güne bir türlü alışamadım çünkü 14 Şubat günü şehirde, Harikalar Diyarı’ndaki kraliçenin gülleri kırmızıya boyatması gibi bir hava esiyor sanki. Zorla da güzellik olmaz ki! En iyisi Jeff Buckley sesli birinden tanıdık gitar müziği dinleyip, herşeyin daha basit olduğu lise günlerine dönmek ve bu travmatik günü en az zararla atlatmak. Bunu başarmak için de gülleri kırmızıya değil ama sokakları pembeye boyayan, vokalistleri karizmatik basçıları çok egzantrik Fake Oddity dinleyerek eski müzik zevklerinizin kesişen kümesini keşfedebilir, çaktırmadan bağıra çağıra küfredebilir veya en azından Türk-Fransız karması bu gruba bakıp gözlerinize ziyafet çektirebilirsiniz.

Trip Yalnızlar Partisi
"Artık yalnız olmaktan sıkıldım! Neden kimse beni sevmiyor! Neden her sene 14 Şubat yaklaştığında ruh çözümlemeleriyle başbaşa kalıyorum? Ben çirkin miyim?" gibi düşünceler kafanızı zorluyorsa, sizde Trip'in yalnızlara destek koluna sığının, size kol kanat germesine izin verin. Anadolu yakasını çaldığı güzel müzikler ve loş ortamıyla sırtına yükleyen Trip, bizleri sevgililer gününde o çoktandır üyesi olduğumuz Kaydebenler Kulübü'ne tekrar davet ediyor. Her senenin 14 Şubat'ta tekrarlanan artık geleneksel bir hal almış Trip Yalnızlar Partisi, gününüzün bir kısmını dolu dolu geçirmenize yetecek cinsten.

Cihangir Singles Party
"'What becomes of the broken hearted?" Endişeye de üzüntüye de mahal yok. Sıcak ve ufak ortamıyla Susam kapılarını Cihangir'in yalnız kalplerine açıyor. Eğer siz de bir şekilde bu 14 Şubat'ı tek başınıza geçirecekseniz en doğru adreslerden birinin bu olduğunu unutmayın. Tamam masalarda bir takım çiftler görebilirsiniz. Ama mevcudun çoğunluğunu single'lar oluşturduğundan hem yeni aşklara yelken açma umudunu koruyacak; hem de Cihangirliler arasında henüz yaşanmamış olası ilişki kombinasyonlarını önceden kestireceksiniz.

ben de buradan tüm yanlız kalplere sesleniyorum: siz bildiğinizden şaşmayın ve tek başınıza evde oturmaktan başka organizasyon yapmayın!!


Salı, Şubat 06, 2007

it's a mad world

işyeri yeteri kadar iç karartıcı değilmiş gibi bilgisayarımda kurulu olan "hürriyet" arada sağ alt köşeden gün içersinde gelişen olayları canlı bir şekilde bana haber veriyor. bi iki başlığı paylaşmak isterim:

"baltayla annesini doğradı"
"akıl hastalarında kalp krizi oranı daha yüksek"
"barda iki kişinini üstünde el bombası"
"çin'in temiz enerjiye geçecek parası yok"

başlık olarak yeteri kadar açıklayıcılar, bir de girip okumama gerek kalmıyor. zaten okusam kaç yazar, adam gibi bi haber yok, olanlarda ya mide bulandırıcı, insanlıktan tiksindiren şekilde ya da benle hiç ilgisi yok... akıl hastası değilim, çin'de değilim ve barda değilim... ha ama ne bi dahaki sefere bara giderken korkucam, "ya birinin üzerinde el bombası varsa" diyicem, iice paranoyaklaşıcam ve hayattan zevk alamaz hale gelicem. zaten sokakta yürüken her an biri saldıracak diye tedirginim, zaten taksiye binerken beni kaçıracak diye korkuyorum, bi de şimdi eğlenmeye giderken küçük parçalara ayrılıcam diye tırsıcam...

kendi korkularımız yetmezmiş gibi başkalarının korkularının da sırtlanmak zorunda bırakılıyoruz, hayat yeteri kadar engelli bir koşu gibi değilmiş gibi engeller arası hendek kazıyorlar... sorun engeller değil, sorun bu hendeklerin içindeki düşmemek için çabaladıkça üzerinde daha çok düşündüğümüz paranoyalar...

Cuma, Şubat 02, 2007

of montreal

efendim müzik kutumuza yeni projeler ekliyelim dedim ve of montreal'i hazır yeni albüm yapmışlarken "bu da iiymiş" grubuna koyalım.



bir kere albüm adı süper: Hissing Fauna, Are You the Destroyer? zaten bir baktımki bir önceki albüm adları da değişikliği çağrıştırıyorlar: "the sunlandic twins", "coqelicot asleep in the poppies: a vareity of whimsical verse", "satantic panic in the attic". hepsini indirip dinlemek gerekiyor. zaten çoğu eleştirmen yeni albümlerini beğenmişler ama bir önceki albüm olan the sunlandic twins'de bulunanlar kadar çekiçi gitar rifflerinin olmadığından da yakınmışlar.

Front adamımız Kevin Barnes bu albümde çok daha tematic bir olguyu çalışmış: mental breakdown, kanıt 1: “A Sentence Of Sorts In Kongsvinger” şarkısının başlangıcı: “I spent the winter on the verge of a total breakdown while living in Norway.” yaratıcılık için kendimizi bi öldürüp bi diriltmemiz gerekiyor belki de...

albümün tümünü daha dinleme fırsatı bulamadım ama sabah uyandığımda kafamın içinde Kevin Barnes'in içli sesini duyuyorsam eğer bu şarkılar kaçmaz derim.

Çarşamba, Ocak 31, 2007

the severely departed

bu işe geç girdim, myspace olayına. ama bence Türkiye hala girebilmiş değil bu koca dünyaya. neler var inanılmaz, zaten esas amaç olan müzik projeleri - son dönemde kimse grup demiyor herkes proje diyor bizde katılalım bu güruha - ve onların kendilerine yer bulma çabaları yeni yeni lezzetler ile tanışmanıza vesile oluyor.

(antiparantez: myspace'in Türkiye'de popüler olmamasının nedeni az sayıdaki müzik projeleri midir? bu çoğrafyada sadece yonja gibi "götürelim abi bi-iki manita" siteleri mi sadece kaynaşmayı(!) sağlar? ne zaman internet=kız kaldırmaca oldu? aklımız neden uçkura kayar durmadan? ve bu kadar uçkur düşkünü iken nasıl namus adına cinayetler haklı bulunur? off buralar beni daraltıyor bazen...)

neyse konu dağılmadan toparlayalım... efendim, bende bir giriyim bu dünyaya dedim, bir sürü insan "myspace'de müziğimi yayınladım, ünlü oldum, kontrat imzaladım" diyor, yeni müzikler ilk önce burada focus gruba dinletiliyor. üye olduk ve hemen 2 en sevdiğim gruba - prd projeye - "gel arkadaş olalım, ortamlara akalım" dedim, aih ve arcade fire. bundan sonrası ise kendiliğinden geldi, bir sürü yeni proje beni buldu. bunlardan biri de ny brooklyn'den the severely departed oldu ve ben bugün sayfalarına gir çık gir çık, müziklerini dinle tekrar dinle şeklinde kendilerini çok sevmeye karar verdim.


sizde çok seviceksiniz, özellikle başkasını bırakın kendi sesinizi bile duymak istemediğiniz zamanlarda, kendi beyninizde bir gezintiye çıkabilirsiniz bu tınılarla...

buyrun burdan yakın: http://www.myspace.com/theseverelydeparted

http://postsecret.blogspot.com/

böyle bir site, daha doğrusu posta kutusu var. evde postalanabilir malzemelerden yaptığınız kartınızı gönderiyorsunuz. bu kart sizin bir sırrınızı, pişmanlığınızı, daha doğrusu kimse ile paylaşamadığınız ama deli gibi paylaşmak istediğiniz bir "doğrunuzu" paylaşmanızı sağlıyor. beğendiğim bir iki tane:






her pazar yenilerini koyup eskilerini kaldırıyorlar, eskilerden de kitap yapıp bunları satıyorlar. amacı dünyada herkesin sırları, sorunları olduğunu paylaşabilmesi, bunun başkaları tarafından bilinmesi ve böylece "make a difference in your life" olabilmesi...

Pazar, Ocak 28, 2007

midesi bulanıyordu. kendinden 3. şahıs olarak bahsetmekten nefret ediyor ve bu midesinin daha çok bulanmasına neden oluyordu. bilgisayarı gene kitlenmiş ve ona 19. bölümü izletmemeye ant içmişti. media player'a sövdü, ayağa kalktı ve havaya baktı. zaten çok yakındı gökyüzüne, elini uzatsa değerdi gri bulutlara. uçağı izledi, ne zaman düşer acaba diye düşündü. izledi, izledi ama uçak düşmedi ve gözden kayboldu. sıkıldı ve bıraktı. sonra geri aldı, 5 dakikası vardı, öyle demişti bilgisayar. hala midesi bulanıyordu, kahveden mi acaba dedi, sonra kahve almaya gitti. sütün bittiğini hatırladı, küfretti ve geri döndü. 3 dakika... ekranda dosya aktarımını sessizce izleme kararı aldı. bu arada yılbaşını düşündü ve ne kadar hatalı olduğunu, ne kadar kırıcı olduğunu. oysaki tek istediği sevilmekti ama ne yaparsa yapsın sonuç hep birilerini kaybetmekle sonuçlanıyordu. hayatına girenler onu terkedenler oluyordu eninde sonunda. 35 saniye... ne zaman bitebileceğini bilseydi, ömrünü daha verimli yaşayabilir miydi?

Perşembe, Ocak 25, 2007

Your Birthdate: December 9

You are a born idealist, with more pet causes than you can count. You prefer be around others, both when working and while relaxing. Generous and giving, you believe you can change the world one person at a time. You're open minded and tolerant. People feel like they can tell you anything.
Your strength: Your go-with-the-flow flexibility
Your weakness: Your flair for the over dramatic
Your power color: Pine green
Your power symbol: Circle
Your power month: September

Çarşamba, Ocak 24, 2007

kapı çalar:


- tak tak!
- kim o?
- simetri.
- simetri? sizi daha geç bekliyorduk?
- saatim tam 10:01 gösterirken geldim, başka seçeneğim yoktu.
- lütfen kapıda kaldınız, buyrun içeri.
- teşekkürler. bana biraz izin verirseniz öncelikle evinizi gözden geçirmek istiyorum.
- lütfen buyrun, mi casa es su casa.
- hımm, tablolarınız hem içerik bakımından, hemde yere paralellik bakımından simetrik gözüküyor, ama göz aldatıcıdır, bir iki ölçüm yapmam gerek.
- hemen iki tane metrik ölçüm aleti getiriyorum, ben bi taraftan ölçüm alırken siz de diğer ucundan ölçüm alın lütfen. aynı anda yapmamız çok önemli, eminim anlarsınız beni.
- beni benden aldınız, lütfen getiriniz.
- buyrun, başlayalım, diğer uca geçer misiniz? tamam, şimdi bir ucunu ölçüm aletimizin yere koyalım, evet güzel gözlerimiz aynı hizada, ben sol elimle uzatırken mezurayı...
- ben de sağ elimle uzatıcam yukarı doğru. ve dizlerimizden hafifçe yukarı doğru çıkıyoruz, süpersiniz myst hanım.
- sizden ilham alıyorum sayın simetri.
- evet tam olarak yerden 1 metre yukarda bu uç.
- aman tanrım, 1 metre 1 cm bu uçta, ühühüh...
- sakin olun myst hanım, lütfen yapmayın.
- ühühüh...
- eliniz çarpmıştır şimdi ölçerken, başka bi tabloya bakalım, lütfen...
- haayır, benimm ühüh elim çarptıysa sizinki de çarpardı ühühü...
- bir dakika, gözlüklerimi taksam iyi olacak, evet tamam şimdi oldu, bir daha bakıyorum ve 1 metre 1 cm gösteriyor, kusura bakmayın, yakını okuyamıyorum da, yaşlılık işte, gözlüksüz bu işe kalkışmamam gerekirdi, üzdüm sizi de.
- hıpf, gerçekten mi? çok teşekkürler, kendimden şüphe ettim bir an, size karşı da çok mahçup olacaktım, hıpf...
- lütfen, ben buraya gelmeden biliyordum sizin nasıl simetri titizi olduğunuzu, bir hata olmayacığını ve ödülü sizin alacağınızı, ben sizden şüphe duymadım, merak etmeyiniz.
- gerçekten mi, onure oldum, hatta size sarılmak için gördüğünüz gibi iki kolumu da yerden aynı yüksekliğe getirdim.
- ...
- simetri bey? simetri bey, nereye gittiniz?
- ...

Tarih: 24 Ocak 2007 Saat: 17:17 Hasta: Digo Hanım
Durum: Çok kişililik durumu devam ediyor, kendine son 5 aydır "myst" adıyla ikinci bir kişilik oluşturmuş durumda. Bunun yanında birçok hastalığı devam ediyor, bugün gözlemlediğimiz simetri hastalığı da bunlardan biri. İlk buraya yattığı zaman kendisinden beklediğimizi iyileşme performansını gösteremedi, hatta daha da kötüye gidiyor. Umarız bu en son verdiğimiz ilaçlar etki gösterirler.

Pazartesi, Ocak 22, 2007

Mektubunuz Var

Sayın ÖzGüven müşterisi myst Hanım,

Yılların birikimi ile hayatlarına güzellikler kattığımız siz ÖzGüven müşterisi ile 2006 yılında yaşadığımız zorluklar ve bizi bekleyen 2007 hakkında bilgilendirme yapma gereği hissetmekteyiz.

Çift sayıları sevmenize rağmen 2006 yılının sizin açınızdan zorlu geçmiş olması biz ÖzGüven firması için beklenmedik olmamıştır malesef. Yıllardır sizin bizimle olan iletişiminizden ve topladığımız bilgilerden, böyle bir yılın kaçınılmaz olduğunu öngörmüştük. İlkin zaten çoçukluğunuzdan gelen özgüven kayıplarınız, her ne kadar bazı yıllarda kendilerini sizin "başarı" olarak adlandırdığınız bulutların arkasına saklanmış olsalarda, esasında hep varlardı ve 2006 yılındaki başarısızlıklarınızdan beslenerek büyüdüler. Bunla beraber ortaya bu sorunlarınız bir bir birikmiş olmasına rağmen, hiçir zaman Müşteri İlişkileri departmanımıza başvurmadınız. Ne zaman biz sizle temasa geçmek istesek "meşgülüm, başım ağrıyor, uyursam geçer, böyle mutluyum" gibi bahaneler ile bizi başınızdan attınız.

Bir diğer nokta, KaramSar ile olan ilişkilerinizde yatıyor. Sektörel olarak edindiğimiz bilgilerde bu firma ile çok sık görüştüğünüz, kendilerine danıştığınız tespit edilmiştir. Bizi kendilerine rakip olarak gören KaramSar'ın birçok müşterimize dadandığı yıllardır bilinen bir gerçektir. Kendileri ruhunuzdaki boşlukları görüp, ÖzGüven firmasının senelik çalışmalarını bir kerede ortadan kaldıracak bir virüs geliştirmişlerdir. Bu virüse karşı tek aşı bizim tarafımızdan hazırlanan "ÖzGüven Takviyesi" aşısı olup 2006 yılı içinde hiç yaptırmadığınız tespit edilmiştir. Bu aşının içinde "sevme, yaratma, gurur duyma, güvenme, umut etme" gibi duygular konsantre halde sıkıştırılıp sizlere verilmektedir. Lütfen en kısa zamanda aşınızı yaptırınız.

En son olarak sizlere 2007 programımızdan bahsetmek istiyoruz. Özellikle sizin için seçtiğimiz özel bir programa katılımınızı bekliyoruz, "Nasıl, nasıl, nasıl?". Bu programda sizlere "toplumun/ailenin baskısını hafifletme, problem çözme teknikleri geliştirme, plan/program yapabilme, motivasyon seviyesini yüksek tutma, umut üretebilme" gibi dersler ile ÖzGüven'inizi yüksek tutabilmenin yollarını anlatmayı planlıyoruz. Haftada 5 saat olan bu sunumlarla "ÖzGüven Takviyesi" aşısına gerek bile duymayabilirsiniz. Lütfen bir an önce kayıt yaptırınız, sınırlı sayıda katılımcı kabul edilecektir.

Sizlerle olan ilişkilerimize çok değer veriyoruz. Umarız bu iç bilgilendirmeyi dikkate alır, hem kendinizi hem de çevrenizdekileri düşünüp bu hayatta tutunabilmek için gerekli olan ÖzGüven'i bulmanıza yardım etmemize izin verirsiniz.

Saygılarımızla,
ÖzGüven Müşteri Memnuniyeti Departmanı

Pazartesi, Ocak 15, 2007

sen giderken...








sen giderken
gelemedim peşinden
kalbim çırpınırken aşkından
sen sevemedim beni içten

Cuma, Ocak 12, 2007

God, Inc. - Episode 3



who took God's lunch? işte hergün sormamız gereken soru :)

God, Inc. - Episode 2



"hi. what department are you in?"
"it's miracles."
"you mean like seeing jesus' face in tortilla?"
"no, that's publicity."

:):):):):):)

God, Inc - Episode 1

çok ince düşünülmüş diyaloglar serisi. youtube'da gezerken bulduğum tek akıl kırıntısı olan video. izledim, güldüm, tekrar izledim ve daha çok güldüm. insanların tepkileri genelde olumlu, tek ilginç tepki siyah veya etnik kökenli aktör olmayışı ile ilgiliydi. bu soruna da 2. bölümde cevap vermişler.

Perşembe, Ocak 11, 2007

müzik kutusu - eskilerden yeniler

bu yıl daha çok müzik bulucam, dinlicem ve gene bulucam. öncelikle eski sevgililerimin yeni yorumlarına bakalım:

air - yeni albümle geldiler, "pocket symphony" ve farklarıyla beni vurdular. bi önceki albüm "talkie walkie"e hiç benzemeyen bir şarkılar topluluğu ile karşı karşıyayız. bu albüm daha üzücü, bir karanlık basmış sanki ikilimize. esasında bu air'i daha çok beğendim desem belki de kendi ruh halimi açıklarım. "one hell of a party" tam benlik, tam alaycı.

faithless - "to all new arrivals" olmamış desem, dido nerden girdi o albüme desem yeridir. ama aynı zamanda bu başka olmuş, bildiğimiz politika yapmayı ve insanları gene de hoplatmayı seven faithless gitmiş, bana chill-out'u anımsatan ama arada kadın vokali ekleyen yeni bir form gelmiş. şarkılarda "ahanda şimdi geliyor, ben bu melodiyi tanıdım" dediğiniz anlar oluyor ama gelen bir devam melodi yok, takılıp kalıyorsunuz ve "faithless'ımı yemişler hatta sindirmişler" diyorsunuz. tüm albümü dinlemeden karar veremedim, acaip arada kaldım. ama faithless'ın bu haline alışamam gibime geliyor. beni dans ettirmeli, o kadar.

arcade fire - geliyorlar, sıkı durun. daha albüm "neon bible" çıkmadı ama tabiki birileri şarkıları yavaş yavaş internete atmaya başladı. "my body is a cage" "funeral"dan çıkmadığı çok belli olan ama gene de "ben bir arcade fire'ım" diye bağıran bir şarkı. büyük ihtimalle albümüm en son şarkısı olacaktır, o hissi bırakıyor kulaklarda. "black mirror" ise tam oturmadı kafamda daha, bir nedeni arcade fire albümlerinin baştan sona dinlenmesi gerekliliği olabilir. yani nasıl "my body is a cage" son şarkı olması gerekiyorsa "black mirror" ne olacak onu görmek lazım. tüm albümü ancak mart 5 gibi dinleyebiliecek olmakta üzmüş bulunuyor beni.

jarvis - kim olduğunu biliyorsunuz, hadi ama adı tanıdık gelmedi mi? o zaman desem common people, o zaman çok çabuk bilirsiniz. pulp'un sevgili sesi kendi albümü ile geri geldi. albüm adı da "jarvis". pulp'a benzettiğiniz anda hatırlayın ki gitaristte pulp'tan kalkmış gelmiş jarvis'e katılmış. "black magic" şarkısını beğendiğimi, “don’t let him waste your time”ın sözleri tam bir pulp şarkısı olduğunu bildirmek isterm. işin ilginç yanı “don’t let him waste your time” esasen nancy sinatra için yazılmış.

Çarşamba, Ocak 10, 2007

bu aralar içimden gelenler:
surat asmak, havaya anlamsız bakmak, tırnaklarımı parçalamak, telefonumda oyun oynamak, saçlarımdaki kırıkları temizlemek, gözlük takmak, içki içip televizyon seyretmek ve bolca zap yapmak, sıkılmak, gözlerim dolana kadar kamarsar olmak, fast food yemek, sızlanmak
hepsini birden geçen 2 gün içinde yaptım, yaparken kendime üzüldüm, kendi kendimi sabote ettiğime karar verdim. herşey geçen ay ne kadar umut dolu, polyanna gözüküyorsa, şimdi o kadar ümitsiz, iç karartıcı gözüküyor. nasıl oldu da tepetaklak yapabildim tüm duygularımı, bi fikrim yok. ölü toprağı üstüme serpilmiş gibi, tam olarak 2006 küllerinin altında kaldım. zaten kötü geçen bir yıldı, şimdi de külleriyle baş etmeye çalışıyorum. bi gitse, beni rahat bıraksa, nefes almama, hayatı yaşabilecek enerjiyle dolmama izin verse. kısa bi aralık ayı boyunca eski ben olmuştum, 2006 gelmeden önceki ben, birileri çine gitmeden önceki ben. şimdi gene yastayım.